
SAVAŞIN YÜZLERİ
Paul Thomas Anderson’ın Savaş Üstüne Savaş - One Battle After Another filmi, 2025’in sinema gündemine hem heyecan hem de tartışma getirdi. Yönetmenin filmografisine aşina olanlar için burada tanıdık motifler var: There Will Be Blood’un baba figürleri, Magnolia’nın ağ gibi örülmüş karakterleri, Inherent Vice’ın absürt karmaşası. Ama bu kez bunlar, politik hiciv ve gerilimle yan yana geliyor. Anderson belki de ilk kez böylesine doğrudan politik bir film yapıyor.
Yönetmen, senarist: Paul Thomas Anderson
Oyuncular: Leonardo DiCaprio – “Ghetto” Pat Calhoun, Bob Ferguson, Fransız 75 adlı devrimci grubun eski üyesi ve patlayıcı uzmanı
Sean Penn, Colonel Steven J. Lockjaw, Fransız 75’i takip eden askeri subay
Benicio del Toro – Sergio St. Carlos, Willa’nın karate hocası ve Baktan Cross’taki belgesiz topluluğun lideri
Regina Hall – Deandra, Fransız 75 üyesi
Teyana Taylor – Perfidia Beverly Hills, Fransız 75 üyesi, Willa’nın annesi ve Pat’in partneri
Chase Infiniti – Willa Ferguson, Charlene Calhoun, Pat ve Perfidia’nin kızı
Wood Harris – Laredo, Fransız 75 üyesi
Alana Haim – Mae West, Fransız 75 üyesi
Paul Grimstad – Howard Sommerville / “Billy Goat” / “Gringo Coyote”, Fransız 75 üyesi
Shayna McHayle – Junglepussy, Fransız 75 üyesi
Açılış: Devrimci Patlama
Film, Perfidia Beverly Hills’in (Teyana Taylor) önderlik ettiği kaotik bir eylem sahnesiyle açılıyor. Göçmen tutuklama merkezine yapılan baskın, sadece aksiyonun başlangıcı değil; Perfidia’nın kimliğini de ortaya koyuyor: militan, gözü kara, isyankâr. Ayrıca Bob (Leonardo DiCaprio) ile ilişkisini sıradan bir romantizmden çıkarıp ideallerin ve geçmişin gölgesinde kurulmuş bir bağa dönüştürüyor.
Bob ve Perfidia: Aşkın Gölgesinde İdealler
Bob ile Perfidia arasındaki ilişki filmin duygusal çekirdeği. Onları birlikte gördüğümüz sahnelerde romantizm, suç ortaklığı ve kırılganlık iç içe geçiyor. Perfidia, Bob’u hem harekete geçiren güç hem de kırılma noktası. Taylor’ın enerjisi ve DiCaprio’yla kurduğu kimya, bu ikiliyi sadece sevgili değil, birbirinin geçmiş yaralarının yansıması haline getiriyor.
Colonel Lockjaw
Colonel Lockjaw ve Perfidia arasındaki ilk sahne, gerilimi hemen yükselten bir çatışma sinyali veriyor. Perfidia, göçmen merkezindeki eylem sırasında aktif ve kontrolü elinde tutarken; devletin baskıcı gücünü temsil eden Lockjaw, operasyonun sert ve disiplinli figürü olarak karşısında duruyor. Kameranın hareketleri, iki karakterin fiziksel ve ideolojik mesafesini vurguluyor; yakın planlar Perfidia’nın kararlılığını ve Lockjaw’ın tehditkâr duruşunu öne çıkarıyor.
Politik Çerçeve: Devlet, Şiddet ve Direniş
Anderson’ın filmi, sadece bireysel dramları değil, devletin ve ideolojinin bedenlere nasıl kazındığını da gösteriyor. Lockjaw karakteri, salt bir “kötü” değil; militarizmin, devlet gücünün ve propagandanın bir vücut bulmuş hali. Göçmen merkezine yapılan baskın, medyanın manipülasyonu, kitlesel gösteriler… tümü günümüz politik iklimine bir ayna tutuyor. Film, Amerika’nın “güvenlik” adına şiddeti meşrulaştırma yöntemlerini eleştirirken, bireysel aşk ve aile hikâyesiyle bu sert politik bağlamı sürekli çarpıştırıyor. Film bir yandan kişisel bir baba-kız hikâyesi, diğer yandan günümüz devlet şiddetine dair alegorik bir tablo olarak öne çıkıyor.
Orta Bölüm: Sessizlik ve Çatışma
Film, aksiyon sahneleriyle nefes aldıran sessizlikleri dengeliyor. Bob ile kızı Willa’nın arabada geçen sessiz sahneleri, dış dünyanın gürültüsünden uzak, kırılgan bir baba-çocuk anı sunuyor. Anderson burada asıl savaşı hatırlatıyor: bir çocuğu koruma savaşı.
Leonardo DiCaprio filmde kırılganlık ve çaresizlik arasında gidip gelen bir baba figürü çiziyor; öfke patlamaları ile kızına duyduğu şefkat arasındaki keskin geçişler, oyuncunun kariyerindeki en incelikli performanslardan biri olarak öne çıkıyor. Teyana Taylor, Perfidia karakterine getirdiği hem sert hem de duygusal enerjiyle filmi ateşleyen bir güç; onun Bob’la paylaştığı sahnelerdeki yoğunluk, ilişkiyi politik bağlamdan koparıp insani bir düzleme taşıyor. Sean Penn’in Lockjaw yorumu, karikatür ile gerçeklik arasında salınan ürpertici bir performans; jestleri ve tonlamalarıyla militarizmin grotesk yüzünü görünür kılıyor. Benicio Del Toro ise az sözle, suskunluğun gücünü kullanıyor; birkaç bakışla bile sahneyi doldurarak filmin tansiyonunu dengeleyen bir ağırlık yaratıyor. Anderson’ın kamerası, bu dört oyuncunun enerjisini birbirine çarptırarak sahneleri çatışmanın ötesinde bir kimyaya dönüştürüyor.
Film, sadece bireysel çatışmaları değil, günümüz politik iklimindeki otoriter eğilimleri ve “güvenlik” adı altında normalleştirilen şiddeti de sorguluyor. Göçmenlerin hedef alınması, propaganda sahneleri ve kitlesel kontrol mekanizmaları, izleyiciyi mevcut dünyadaki benzer pratiklerle yüzleştiriyor. Anderson, kişisel hikâyeler ile politik alegorileri iç içe geçirerek, bireysel deneyimlerin devlet ve ideoloji bağlamında nasıl şekillendiğini ve baskı altında nasıl sınandığını gözler önüne seriyor.
Anderson bu filmde bize şu soruyu bırakıyor: “Asıl savaş nerede yaşanıyor?” Bu soru tek bir cevaba indirgenmiyor. Savaş, Lockjaw’ın militarist söylemlerinde, medyanın sahte görüntülerinde, sokaklarda şiddetle bastırılan protestolarda yaşanıyor. Ama aynı zamanda bir babanın kızını koruma çabasında, sevilen birini idealler uğruna kaybetme korkusunda da var. Anderson, büyük politik çatışmalarla en küçük bireysel anların aynı yoğunlukta yaşanabileceğini hatırlatıyor. Cevap belki de meydanlarda değil, bir baba ile kızının göz göze geldiği o sessizlikte, evin dar duvarları içinde gizli.