FERZAN ÖZPETEK'İN NAKIŞ GİBİ İŞLEDİĞİ: ELMASLAR

FERZAN ÖZPETEK'İN NAKIŞ GİBİ İŞLEDİĞİ: ELMASLAR


Roma’nın sabah ışığında bir atölye: İğnelerin sesiyle karışan dikiş makineleri, kumaşların arasına sinmiş parfüm, kadınların birbirine bakan yorgun ama vakur gözleri. Ferzan Özpetek’in Elmaslar (Diamanti) filmi tam da bu dünyanın içinden doğuyor — kadınların emeğiyle, dayanışmasıyla, sessiz kahkahalarıyla örülmüş bir evrenden.

Özpetek, bu kez hikâyeyi büyük bir aşkın değil, bir atölyede yan yana çalışan kadınların küçük devrimlerinin etrafında kuruyor. On sekiz kadın karakter, bir ülkenin sinema tarihinden çok daha fazlasını anlatıyor: görünmeyeni, sessiz gücü, zarafetin içindeki direnci.

10 Ekim'de Vizyona Girdi
Özpetek’in senaryosunu iki kadın yazar — Carlotta Corradi ve Elisa Casseri — ile birlikte kaleme aldığı Elmaslar (Diamanti), İtalya’nın en yetenekli kadın oyuncularını aynı hikâyede buluşturan bir düş gibi.
Stefano Accorsi, Luca Barbarossa, Sara Bosi, Loredana Cannata, Geppi Cucciari, Anna Ferzetti, Aurora Giovinazzo, Nicole Grimaudo, Milena Mancini, Vinicio Marchioni, Paola Minaccioni, Edoardo Purgatori, Carmine Recano, Elena Sofia Ricci, Lunetta Savino, Vanessa Scalera, Carla Signoris, Kasia Smutniak, Mara Venier, Giselda Volodi ve Milena Vukotic… Bu etkileyici kadro, yalnızca bir filmin değil, bir kadın evreninin parçası olarak karşımıza çıkıyor.

Aralık 2024’te İtalya’da vizyona giren Elmaslar, kısa sürede 2,6 milyondan fazla izleyiciye ulaşarak son yılların en çok izlenen İtalyan filmi oldu.
Ve şimdi, Özpetek sinemasının o tanıdık ışığıyla, 10 Ekim itibarıyla Türkiye’deki sinemaseverlerle buluşuyor.

Bir Atölyenin Kalbinde: Emeğin ve Zamanın Poetikası
Film, 1970’lerin Roma’sında başlıyor. Alberta (Luisa Ranieri) ve Gabriella (Jasmine Trinca) adında iki kardeş, sinema dünyasının ünlü yıldızlarına kostüm diken büyük bir terzi atölyesini yönetiyorlar. Kumaş, iplik, emek, hayal... Hepsi iç içe. O atölyede yalnızca elbiseler değil, kadınların kaderleri de dikiliyor.

Zamanla hikâye geçmişle bugünü birbirine dokunduruyor. Dikiş makinelerinin ritmi, bir hatıranın kalp atışı gibi yankılanıyor; sinema setlerinden atölye masalarına uzanan bu dünyada, her kadının bir sırrı, bir hayali, bir yarası var.

Özpetek, sinemanın içinden sinemayı anlatırken, izleyiciyi de o kumaşın dokusuna dahil ediyor. Renkler, ışıklar, sesler… Her ayrıntı, bir duygunun yüzeyi gibi. Film izlenmiyor; hissediliyor.

Kadınların Işığı
Elmaslar, Ferzan Özpetek’in filmografisinde belki de en içten, en olgun anlatı. Yönetmen, yıllardır kadınların iç sesine kulak veriyordu; ama bu kez onları bütünüyle merkeze alıyor. Kamera artık bir kadını “gözetleyen” göz değil, onunla birlikte bakan, onunla nefes alan bir ruh gibi davranıyor.

Film, bir moda evi hikâyesi gibi başlasa da, çok geçmeden “kadın olmanın sanatı”na dönüşüyor. Çünkü Elmaslar’daki her dikiş, bir dayanışmanın, her kumaş, bir hatıranın parçası.

Ferzan Özpetek’in Elmaslar’ı yüzeyde basit bir atölye hikâyesi gibi görünse de, alt katmanlarında çok daha derin bir evren barındırıyor: “kadınların emeğiyle örülmüş bir zaman tüneli" Atölye, bu filmde yalnızca bir mekân değil; adeta yaşayan bir organizma. Dikiş makinelerinin ritmi, kadınların kalp atışıyla birleşir. Orada çalışan her kadın, bir dönemin, bir ruh halinin temsilcisidir:

Alberta (Luisa Ranieri): Otoritesiyle ayakta duran ama içten içe kırılmış, geçmişin yükünü taşıyan bir figür.
Eleştirmen Gabriella Paci, onun için “kararlı bir kraliçe gibi ama taçsız” der — liderliği, acıyla yoğrulmuş bir denge hâlidir.

Gabriella (Jasmine Trinca): Sessizliğiyle konuşan, depresyonun eşiğinde duran, “dikişin arkasına saklanmış bir ruh”.
Alessandria Today’de yazıldığı gibi, “kadınların görünmez yorgunluğu onun bakışlarında yankılanıyor.”

Milena (Milena Mancini): Atölyenin belleği. Ellerindeki iğne izleri, zamanın deriye kazınmış hali.
Onun sabrı, geçmişle bugünü birbirine bağlayan bir köprü gibi duruyor.

Paola (Paola Minaccioni): Gülüşüyle ortama neşe katıyor ama o kahkaha, tıpkı kumaşın altındaki dikiş gibi gizli bir acının üstünü kapatıyor.
Eleştirmen Lafreccia Web bu karakteri “gülüşün içindeki gölge” olarak tanımlamış.

Aurora (Aurora Giovinazzo): Gençliğin, arzunun ve özgürleşme isteğinin sesi. Onun gözleri, o dünyaya duyulan hem hayranlığın hem de kaçma isteğinin aynası.

Elena Sofia Ricci ve Milena Vukotic gibi ustalar ise, hikâyenin sessiz tanıkları: geçmişin mirasını taşıyor, ama öğretici olmadan, varlıklarıyla yön gösteriyorlar.

Bu karakterler bir araya geldiğinde, filmdeki kadınlar yalnızca bireyler olmaktan çıkararak kolektif bir ruh oluşturuyor. Birinin korkusu, diğerinin cesaretinde yankılanır; birinin kaybı, diğerinin şefkatinde onarılır.

Görselliğin Büyüsü
Özpetek’in sinemasına aşina olanlar bilir: O, her planı bir tablo gibi kurar. Bu filmde o estetik duyarlılık neredeyse somut bir güzelliğe dönüşüyor. 70’ler Roma’sının sıcak sarısı, sinema setlerinin teatral parlaklığı, atölyenin loş lambaları… Hepsi birer duygunun rengi.

Kamera kimi zaman bir kumaşın üzerinde dolaşırken, kimi zaman bir gözyaşında durur. Bu, sinema ile moda arasında, gerçek ile hayal arasında kurulan büyülü bir denge. Seyirci salondan çıktığında, sanki ellerine ince bir ipek dokunmuş hissine kapılıyor.

Neden İzlemeli?
Ferzan Özpetek’in kamerası, kadınların çizgilerinde, yorgun ellerinde, sessiz gülümsemelerinde güzelliği buluyor.
Her bakış, bir hayatı; her dokunuş, bir geçmişi taşıyor. Kamera artık yalnızca izlemiyor, sanki kadınların nefesiyle birlikte soluyor. Onları parlatan şey, ne ışığın altında olmak ne de hikâyenin merkezinde yer almak — kendi varoluşlarının, kendi sessiz gücünün içten gelen ışıltısı.

Özpetek, bizi bir kez daha kendi evine davet ediyor:
Kumaşların hışırtısına, zamanın izlerine, kadınların birbirine tutunarak var ettiği o gizli sıcaklığa.
Salondan çıktığınızda, belki siz de o duyguyu taşıyacaksınız —
içinizde yankılanan o cümleyi:

“Kadınlar gerçekten elmas; kırılmazlar, sadece parıldarlar.”

Google+ WhatsApp