CEM YİĞİT ÜZÜMOĞLU: “NE GREV HAKKIMIZ VAR NE TOPLU SÖZLEŞME”

CEM YİĞİT ÜZÜMOĞLU: “NE GREV HAKKIMIZ VAR NE TOPLU SÖZLEŞME”

Altın Portakal’daki “Emeğin Halleri ve Haklarımız” panelinde konuşan Cem Yiğit Üzümoğlu, "Kimse bizi işçi olarak görmek istemiyor. O yüzden ne grev hakkımız var ne de toplu sözleşme yapabiliyoruz.” dedi

62. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde düzenlenen “Emeğin Halleri ve Haklarımız” başlıklı panelde sektörün yapısal sorunları tartışıldı. Emek, hak, örgütlenme, mobbing, taciz, ifşa ve yapay zekânın sektöre etkileri gündeme gelirken konuşmacılar, sinema emekçilerinin görünmez kılınan mücadelesine dikkat çekti.

Antalya Kültür Merkezi Etkinlik Çadırı’nda iki oturum halinde gerçekleşen panelde Sinema Emekçileri Sendikası (SİNE-SEN) Başkanı Galip Görür, Suna Can Özbulduk, Oyuncular Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Cem Yiğit Üzümoğlu ve SİNE-SEN avukatı Derya Yaman yer aldı. Panelin amacı, sinema emekçilerinin görünmeyen emeğini görünür kılmaktı.

“Sektörde sınıf bilinci oluşmuyor”

Günümüzün başarılı genç oyuncularından Cem Yiğit Üzümoğlu, hem tiyatro hem sinema alanında üretim yapan bir isim. En son Şakir Paşa ve Ailesi dizisinde rol alan Üzümoğlu, geçtiğimiz aylarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından yapılan dayanışma eylemlerine katıldığı için kısa süreli gözaltına alınmış, hakkında getirilen yurt dışı yasağı nedeniyle Yunanistan’da sahneleyeceği oyuna katılamamıştı. Oyunculuğuyla olduğu kadar toplumsal meselelere duyarlılığıyla da tanınan Üzümoğlu, panelde sendikal mücadelenin önündeki yasal engelleri vurguladı: “Kanuna göre iş kolunun yüzde birini örgütlememiz gerekiyor. Bizim sektörümüzde tespit edilen oyuncu sayısı 20 bin civarında, ama bağlı bulunduğumuz iş kolu 4 milyon. Bu durumda ne grev hakkımız var ne de toplu iş sözleşmesi yapma hakkımız.”

Üzümoğlu, “sözleşme serbestisi” adı altında yürüyen sistemin yalnızca ücrete dayalı bir serbestlik sunduğunu, bunun da örgütlenmeyi imkânsız hale getirdiğini belirtti: “Bu liberal ortam sınıf bilincinin oluşmamasına yol açıyor. Türkiye’de zaten sınıf bilinci tam anlamıyla yerleşmiş değil; oyunculuk gibi dışarıdan ‘çok para kazanıyorlar’ diye küçümsenen bir meslekte bu daha da zor. Oysa o 20 bin kişinin büyük kısmı geçinemiyor.”

 Ağır çalışma koşullarını da hatırlatan Üzümoğlu, setlerdeki çalışma sürelerinin yasal sınırları çoktan aştığını söyledi: “Ortalama çalışma süresi hâlâ 15 saat. Türkiye’de hiçbir işçi bir oyuncu kadar uzun çalıştırılamaz ama biz hukuken uygun olmayan 12 saatin de ötesindeyiz. Çünkü kimse bizi işçi olarak görmek istemiyor.”

Setlerde yaşanan iş kazalarına da değinen Üzümoğlu, Şakir Paşa ve Ailesi dizisinin çekimleri sırasında yaşanan üç yangında bir arkadaşlarını kaybettiklerini hatırlatarak iş güvenliğinin neredeyse hiç olmadığını söyledi.

Yapay zekânın sektöre etkisine de dikkat çeken oyuncu, 62. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ndeki tanıtım filminin yapay zekâyla üretilmesini eleştirdi: “Yapay zekâyla üretilen her içerik, yönetmenleri, oyuncuları ve teknik ekipleri işsiz bırakıyor. Hukuki düzenleme yok ama ahlaki bir tavır alınmalı. Festival yönetimleri buna öncülük etmeli.”

 

Suna Can Özbulduk: “Sinema hep tali bir alan olarak görüldü”

Panelin diğer konuşmacılarından Suna Can Özbulduk, Türkiye’de sinema emekçilerinin tarihsel süreçte yaşadığı örgütlenme zorluklarını anlattı. Sektörün yapımcı-işveren dengesi içinde biçimlendiğini belirten Özbulduk, “İşletmeciler çoğu zaman yapımcı konumunda oluyor. Bu da sinemayı yan bir meslek hâline getiriyor; kimse bunu asıl meslek olarak yapmadığı için sinema tali bir alan olarak kalıyor,” dedi.

Özbulduk, örgütlenme tarihinin 1950’lere kadar uzandığını hatırlatarak şu bilgileri paylaştı: “1952’de ilk örgütlenme makinistler aracılığıyla başlıyor. 1961 Anayasası’yla sendikal örgütlenmenin önü açılıyor; bu dönem Türkiye için sendikacılığın altın çağı sayılabilir. Ancak 1980 darbeyle her şey kesintiye uğruyor. 1991’e kadar sendikal faaliyet neredeyse imkânsız hale geliyor.” Bu süreçte işveren ve işçi ayrımının da netleştiğini vurgulayan Özbulduk, “Oyuncular ve set işçilerinin ayrılmasının kökeni 1960’lara dayanıyor. Bugün de benzer bir kopukluğu yaşıyoruz,” dedi.

Sansürle mücadelenin de sinemada örgütlenmeyi zorlaştırdığını söyleyen Özbulduk, 1970’lerde yaşanan baskılara dikkat çekti: “O dönemde sansür öyle bir hâl alıyor ki, insanlar deniz kıyısı bile gösteremiyor. Çorap, toprak, hatta ‘at’ kelimesi bile yasaklanıyor. Bu baskı, sanatçılarda bir araya gelme ihtiyacını doğurdu ama 1980 darbeyle her şey yeniden dağıldı.” Bugüne geldiğimizde ise Özbulduk, 2008’de kurulan sendikanın parçalı yapısına rağmen dayanışmayı sürdürmeye çalıştığını belirtti: “Sendikal risk hâlâ var ama dayanışma kültürünü ayakta tutmak, geçmişte olduğu kadar bugün de bir zorunluluk.”


 

Google+ WhatsApp