
ADANA'DAN İKİ ÖDÜLLE DÖNEN 'GÜNDÜZ APOLLON, GECE ATHENA' VİZYONDA
Serpil Boydak, 'Gündüz Apollo, Gece Athena' filminin yönetmeni Emine Yıldırım ile söyleşi yaptı. Yıldırım "toplumumuzda kadınların üzerinde hep bir baskı, bir "üst ses" var." dedi.
Yönetmen ve senarist Emine Yıldırım’ın ilk uzun metraj filmi “Gündüz Apollon Gece Athena”, festival yolculuğuna devam ederken Türkiye’de vizyona girdi. Dünya prömiyerini 37. Tokyo Uluslararası Film Festivali'nde yapan film, Asya’nın Geleceği bölümünde En İyi Film Ödülü’ne layık görülerek uluslararası alanda dikkat çekti.
Türkiye prömiyerini İstanbul Film Festivali’nde yapan Gündüz Apollon Gece Athena, burada SİYAD Ödülü’nün sahibi oldu. Ardından katıldığı 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nden ise En İyi Müzik Ödülü ve Jüri Özel Ödülü ile döndü. Filmin müziklerini Barış Diri besteledi. Ayrıca film, 28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde de FIPRESCI Ödülü kazandı. Japonya’da ise Ihojin (Yabancı) adıyla gösterime girdi.
Ezgi Çelik, Barış Gönenen, Selen Uçer, Gizem Bilgen, Deniz Türkali ve Lale Mansur’un rol aldığı film; yetimhanede büyüyen ve hayaletlerle iletişim kurabilme yeteneği geliştiren Defne’nin, annesinin hayaletini bulmak için Side Antik Kenti’ne uzanan fantastik yolculuğunu konu alıyor. Bu yolculukta ona, radikal solcu Hüseyin, pavyon şarkıcısı Nazife ve Antik Çağ’dan bir rahibe eşlik ediyor.
Film; kadınların direnişi, aidiyet arayışı, geçmişle yüzleşme ve umuda tutunma gibi temaları işlerken, kutsal annelik, faili meçhul kayıplar, Anadolu’nun kadim gelenekleri ve mitoloji gibi unsurları da harmanlıyor. Gerçeküstü öğeler ile toplumsal hafızayı bir araya getiren yapım, adını Side’deki Apollon ve Athena tapınaklarından alıyor.
Adana’daki festivalde buluştuğumuz Emine Yıldırım ile filmin yaratım süreci, yönetmenlik yolculuğu, sinemada kadın olmak ve umudu diri tutmanın yolları üzerine konuştuk.
Emine Hanım, siz aslında senarist ve yapımcısınız ve şimdi bu filminizle artık yönetmen de oldunuz. İlk uzun metrajlı filminiz “Gündüz Apollon Gece Athena”. Bu filme başlama duygunuz neydi? Neden bu filmi yapmak istediniz ve neden yönetmen olmak istediniz?
Emine Yıldırım: Çok güzel bir soru. Önce yönetmenlikten başlayayım. Açıkçası, yönetmenlik isteği bende 40 yaşımdan sonra ortaya çıktı. Belki de kendime olan güvenim o yaştan sonra geldi. Biliyorsunuz, Türkiye'de bir kadın olarak herhangi bir sektörde çalışırken, insan bazen düşüncelerini bastırıyor ve kendini geri çekiyor. "Ben yapabilir miyim?" diye sürekli kendini sorguluyor. Bu noktaya gelmem bir süreçti aslında. Elbette geçmişimden şikayetçi değilim. Ramin Matin'in filmlerinin yapımcılığını çok severek yaptım, kendime ve başka yönetmenlere senaryolar yazdım. Her şey doğal akışında ilerliyordu. 40 yaşımdan sonra bu hikâye bana geldiğinde "Ben bunu yönetmek istiyorum" dedim. Başta bunu kabullenmek biraz zor olsa da sonra sahiplendim.
Neden zor oldu?
Maalesef toplumumuzda kadınların üzerinde hep bir baskı, bir "üst ses" var. "Bu kadın bunu yapabilir mi?", "Bunu becerebilir mi?", "Para bulabilir mi?" gibi sorularla kadınları öyle bir noktaya getiriyor ki toplum, kendilerine güvenseler bile sürekli bir sorgulama içine giriyorlar. Bence kadınların kendilerine güvenmeleri çok vakit alıyor. Erkekler için ise tam tersi bir durum söz konusu. Çocukluktan beri "sen yaparsın oğlum, sen mükemmelsin" buna çok özeniyorum, erkeklerdeki bu özgüvene. Yerli yersiz genellikle de yersiz bir özgüvenle yetiştiriliyorlar. Benim de bu düşüncelerle boğuşmam biraz zaman aldı. Sonunda kabullendim ve "ben de yapabilirim, neden yapamayayım ki" dedim. Bu filmi yazmaya başladıktan bir sene sonra stand-up'a da başladım. O da yine aynı hislerle, "Ben bunu yapabilir miyim?" sorusuyla başladı. “Yaparım neden olmasın” dedim kendime. Biraz coşku, merak ve kendimi kabullenmemle başladı diyebilirim. Bu hikâyeyi yazarken de yine biraz yaşımın getirdiği bir duygu vardı. Ben bir şey yapacaksam buna değmesi gerekiyor, kendime ihanet etmemem gerekiyor. Bir şey söylemem gerekiyor. Bu kadar para harcıyoruz, bu kadar büyük ekiple çalışıyoruz, bu kadar zaman alıyor bu filmleri yapmak. Dolayısıyla başından beri değmesi gerekiyordu bana hem duygusal hem de politik olarak. Sonuçta buradan böyle bir hikâye ve senaryo çıktı. Sağ olsun yapımcı dostum Dilde Mahalli de başından beri benimleydi bu projede. Oyuncumuz Ezgi Çelik de öyle. Neyse ki başardık.
Başta dediniz ki bu proje bana geldiğinde, evet bunu ben yönetmeliyim. Nereden geldi bu proje size, nasıl geldi?
Filmin çıkış noktası iki ana yerden geldi. Birincisi, mekânla, yani Side Antik Kenti ile ilgiliydi. Senaryoyu yazmaya başlamadan önce kışın tek başıma Side'ye gitmiştim. Daha önce hiç gitmemiştim. Mitoloji ve arkeolojiye meraklı biriyim. Gittim ve bu kentten çok etkilendim, büyülendim. Çünkü tarihi yapılarla, o dokuya uyum sağlayan yeni evler iç içeydi. Orada insanlar yaşıyordu. Efes Antik Kenti veya Aspendos gibi sadece tarihi bir alan değil, yaşayan bir yerdi. Şimdiki zaman ve geçmiş gerçekten iç içeydi. Bu, beni çok etkiledi. Hissiyatı çok garip. Bir hayalet kent Side. Orada kendimi küçük ve önemsiz hissettim, ama bu iyi bir duyguydu. Çünkü tarihin döngülerini, insanların binlerce yıldır benzer zorluklardan geçerek var olmaya devam ettiğini hatırlattı. Orası bana bir aidiyet duygusu ve huzur verdi. İkinci olarak da Ezgi Çelik ile tekrar bir proje yapmak istiyorduk. Kendi aidiyet duygumla ilgili yaşadığım sorunları, bir kadın karakter yaratma fikriyle birleştirdim. Sevgi dolu ama öfkeli ve kendini bastıran, biraz aksi nemrut bir kadın karakteri böylece ortaya çıktı. Bu film benim için de şifa verici bir yolculuk oldu. Mekân ve kadın karakter bir araya gelince böyle bir hayalet hikâyesi çıktı.
Filminizde Defne karakterine eşlik eden üç hayalet var. Yapay zeka gibi teknolojilerin yaygın olduğu ve yapay zeka ile filmler üretilirken siz neden bu hissi oyuncularla vermeyi tercih ettiniz?
Filmin özü çok duygusal ve bu duygusal gerçeği yakalamak benim için çok önemliydi. Bunu da ancak insan faktörüyle başarabilirdim. Elbette teknoloji destekleyici bir unsur, ancak biz insan faktörüne odaklandık. En azından bu film de öyleydi. Bu nedenle oyunculuğa ve hikâyeye bu kadar çok yüklendik. Dolayısıyla insan faktörüne odaklanmak burada bizim için önemliydi.
Oyuncular bu süreçte zorlandı mı? Film sonrası sohbetimizde oyuncularınızdan biri, "Bize sürekli ona dokunmayın, bunu hareket ettirmeyin diye kısıtlamalar getirdi" dedi. Oyuncularınızı çok mu zorladınız?
O kadar zorlamadım ama bu bir tür filmi olduğu için bir dünya kurmak ve bu dünyanın tutarlı kurallarını belirlemek zorundasınız. Yoksa inandırıcılığını kaybederdi. Kurallarımız aslında basitti: istediğiniz yere oturabilirsiniz ama eşyaları hareket ettiremezsiniz ve insanlara dokunamazsınızdı. Bu kurallara dikkat etmek bazen zor oldu. Mesela, perde uçuştuğu için çok güzel bir oyunculuk sergilenen bir sahneyi bile kullanamadığımız oldu. Bu tür zorluklar yaşanabiliyor.
Defne’ye eşlik eden hayaletlerden biri pavyon şarkıcısı, biri radikal solcu ve üçüncüsü de antik dönem rahibesi gibi. Bu karakterlerdeki hayaletlerin özel bir anlamı var mı?
Bu karakterler kendiliğinden oluştu ama en önce Hüseyin'in hayaleti geldi aklıma. Hüseyin hep vardı aklımda. Türkiye'deki faili meçhul cinayetler meselesi bende bu şekilde bir acı olarak çıktı. Hüseyin, sevgi dolu, neşeli ve hala bir şey yapmak istiyor ama bir şey yapamıyor. Hüseyin Defne’den daha çok hayata tutunan birisi ama yaşamıyor mesela. Bu ironi çok hoşuma gidiyordu. Sonra antik çağdaki rahibe ise kadınlık tarihinin bastırılmışlığını hatırlatıyordu. Kadınlık tarihi o kadar bastırılmış ve bir tarafa itilmiş ki bir sürü edebiyatçı, müzisyen, ressam kadınlar yeni yeni bulunuyor ve sahipleniliyor. Bu, böyle kadınlar da olabilirdi, belki vardı ve de yaşıyorlardı ve kendilerini ifade ediyorlardı. Bunu hatırlatmanın bir yoluydu. Eskiyi de günümüze taşıyarak hatırlatmak. Dolayısıyla o çok hoşuma gitmişti.
Nazife de Selen Uçer’in karakteri de kendiliğinden geldi. Defne'nin, Ezgi Çelik’in annesiyle olan hikâyesine paralel olarak başka anne-kız hikâyesi var orada. O da doğal bir şekilde ortaya çıktı. Umarım hepsi, didaktik olmadan coğrafyamızın bir gerçeğini temsil ediyor. Hepsi içime sindi bir şekilde.
“Mizah Sayesinde Devam Edebiliyoruz”
Filminizde ağır konular var. Yalnızlık, kayıp, mücadele, umut gibi ama komedi de var. Bu bir tercih miydi?
Kesinlikle. Başından beri mizah benim için çok önemliydi. Filmde bu mizahi tonun olması, bunun dengelenmesi ve çiğ bir şekilde olmaması önemliydi. Çünkü biz toplum olarak da mizah sayesinde devam edebiliyoruz şu anda. Yani mizah bizim hepimizin çok başvurduğu, kendimizi rahatlatma yöntemi. Bu ferahlığı filme katmak, her şeyin bu kadar köşeli ve kötü olmadığını göstermek benim için önemliydi. Zorluklar var, evet ama bizim bu tarafı da kucaklamamız ve bunu hatırlatmamız gerekiyor. Dolayısıyla başından beri bu mizah çok önemliydi benim için. Buna dikkat ettim.
Filmin yapım hikâyesini de anlatabilir misiniz? Bir kadın yönetmen olarak, finansman bulma gibi süreçlerde daha fazla zorluk yaşadınız mı? Siz de yapımcı olduğunuz için mutlaka biliyordunuz yaşayacağınız sıkıntıları.
Aslında daha zor olacağına inanıyordum ama o kadar zor olmadı. Yapımcılık ve senaristlik deneyimim sayesinde sette rahattım. Bu, yaşımla da ilgili olabilir. Daha genç olsaydım zorlanabilirdim, daha özgüvensiz olabilirdim. Ama finans sürecimiz zor oldu. Genelde erkek yönetmenler daha fazla bütçe bulabiliyor. Biz kadınlar hep sorgulanıyoruz. Finans sürecimizde hep "Bunu yapabilecek misin? Böyle bir hikâye olabilecek mi? Hangi oyuncularla çalışacaksın?" gibi tereddüt dolu sorularla karşılaştık. Ancak bunu bir kenara bırakmaya çalıştım. Çok iyi arkadaşlarım var. Dayanışma süreciyle filmi tamamladık. Başından beri yapımcım Dilde Mahalli ile uğraştık, yalnız değildim. Dostum Ramin Matin, tüm süreçte bana çok destek oldu. Yönetmenlik açısında da yönetmen psikolojisi açısından da hep arkamdaydı. Ramin Matin adeta mentörlüğümü yaptı. O da hep setteydi. Setteyken kaba kurguyu yapıyordu. Yalnız değildim. Ve arkadaşlarım sayesinde rahat ettim. Gerçekten çok zor bir iş ama neyse ki şimdi yapmışım diyorum. Her şeyin bir zamanı varmış.
Toplamda kaç yılda bitmiş oldu film, senaryo yazma aşamasından şu ana kadar?
2020’de ilk tretman hikâyesi çıktı. Beş sene olmuş.
Siz kadın olduğunuz için mi ekibinizin çoğunluğu kadından oluştu? Lale Mansur “çok özel bir kadın filmi çıktı” dedi filminiz için. Pozitif ayrımcılık mı yaptınız?
Buna pozitif ayrımcılık demek istemiyorum. Normali bu olmalı. Sadece sayıya dikkat ettik. Ağırlık olmaması için yarımız erkek, yarımız kadındı. Bence herkesin buna özen göstermesi gerekiyor çünkü bu daha dengeli bir set ortamı sağlıyor. Bence herkes dikkat etmeli bu konuya.
“Tokyo’da Aldığımız Ödül Filmin Evrenselliğini Gösteriyor”
Japonya'daki Tokyo Film Festivali'nden ödül aldınız. Senarist olarak ödülleriniz olsa da, ilk uzun metrajlı filminizle yönetmen olarak ödül almak nasıl bir duygu?
Çok güzel bir duygu. İlk başta inanmadım, çok şaşırdım. Kendime de kızıyorum neden şaşırdım diye. Demek ki hala "Benim başıma böyle bir şey gelebilir mi?" diye düşünmeye alışmışız. Ama sonrasında çok mutlu oldum. Çok güzel bir histi. Filmin yurt dışında bu şekilde kucaklanması çok sevindiriciydi.
Filmin içinde Türkiye'ye özgü unsurlar çok olmasına rağmen anlaşılıp ödül aldınız
Demek ki bir evrenselliği varmış ki anlaşıldı. Çok sevindim. İnanın, ödül törenlerine her gittiğinizde heyecanlanıyorsunuz. "Bu sefer sakin olacağım" diyorsunuz ama hep ne olacak diye heyecanlanıyorsunuz ve o yüzden güzel bir his.
Film bu hafta vizyona giriyor. Beklentiniz ne? Sinema salonları eskisi gibi dolmuyor.
Hiç bilmiyorum. Umarım seyircilerimiz sinemaya gider ve filmi kucaklar. Çok sürprizli şeyler olabiliyor. Tek umudum filmimiz seyirci dostu bir film, temposu da daha akıcı. Umarım seyircilerimiz izleme gider. Belki çok düşük bir rakam da olabilir, belki beklemediğimiz kadar yüksek bir rakam da. Bu tamamen kulaktan kulağa yayılan bir network'e bağlı. Birisi sevecek ve "Sen de git, gör" diyecek. Bu şekilde ilerliyor vizyon meselesi.
Filminizin yolculuğu devam edecek mi? Başka festivaller var mı?
Evet, önümüzde Romanya'da bir festivalimiz var. Ekim sonunda Sao Paulo Film Festivali'ne gideceğiz. Lizbon'da Kadın Filmleri Festivali'nde ve İrlanda'da da gösterilecek. Ayrıca Bodrum Film Festivali'nde de özel bir gösterimi olacak. Yurt dışı festival yolculuğumuz hala devam ediyor. Güzel ilerliyor.
“Absürt Dünyaya Kucak Açacak Oyuncularla Çalıştık”
Ezgi baştan beri vardı zaten projede dediniz. Diğer oyuncuları seçme süreciniz nasıl oldu? Nasıl karar verdiniz bu karakterleri kimin oynayacağına? En doğru insanı seçmek nasıl oluyor?
Tabii. Biz özenli çalıştık, Dilde'yle beraber, bir cast direktörüyle çalışmadık. Kendimiz zaten sürekli tiyatroya gidiyorduk, oyuncuların yeni işlerine bakıyorduk. Bir taraftan Ezgi de bize çok yardımcı oldu. Çünkü oyuncular, oyuncuları daha iyi tanıyor inanın. Yani onlar daha iyi biliyor, "Bu kafasına girer mi, yapar mı?" diye. Dolayısıyla o süreçte baktık. Ezgi ile beraber Barış Gönenen’e gittik, o tavsiye etti. O sırada Çilingir Sofrası çıkmıştı, Barış o filmde oynamıştı. Ondan sonra yavaş yavaş Barış’ın tavsiyeleri, bizim de istediğimiz isimler Lale Mansur, Deniz Türkali... Özellikle tabii şu seçim önemliydi: Bu filmin kafasına girebilecek ve bu absürtlüğe kucak açacak kişiler gerekiyordu. Neyse ki hepsi kabul ettiler, sevdiler ve hepimiz aslında filmin duygusal dünyasında mutabık kaldık. Orada da güzel bir sinerji ve kimya yakalandı oyuncular arasında da. Biraz öyle, bizim de özenli ve tek tek seçerek ilerlememiz oldu. Özellikle böyle bir film için bu çok önemli çünkü... Bir dünya kurduğunuz için, o dünyanın bir parçası olmayı isteyecek kişiler gerekiyordu.
Dün seyircinin tepkisinden gördüğüm kadarıyla Lale Mansur, Deniz Türkali ve Barış Gönenen çok alkışlandı ve çok özel ilgi gösterildi.
Öyle mi? Çok sevindim. Ben heyecandan anlayamıyorum bazen.
Lale Mansur ve Deniz Türkali'yi film kadrosuna almanız nasıl oldu?
Deniz Türkali zaten çok önemli bir isim, sinema tarihimizde de. Deniz Türkali’nin çok kapsayıcı ve kucaklayıcı bir enerjisi var ve öyle bir insan gerekiyordu Selma’ya. Gözleri ışıl ışıl, sevgi dolu. Ve öyle bir kişi gerekiyordu Selma rolüne. Ve de evet, arkasında da bir Türkali isminin anlamı var. Ben buna çok saygı duyuyorum ve biraz da o yüzden istedik. Ve Lale Mansur da öyle. Çünkü Lale Mansur’un oynadığı rol de çok zor bir rol, inanın. Bizim toplumumuzda, anneliği reddetmiş bir kadın rolünü kabul etmek kolay değil. Dolayısıyla bunu sahiplenecek ve bunu taşıyacak bir kişi bulmak kolay değildi. Lale Mansur’un o çok farklı bir hali var, çok karizmatik. Onun yapabileceğini düşündük ve yaptı, sağ olsun. Bir taraftan da Ezgi ile çok benziyorlar aslında, tesadüfi bir şekilde. İkisi de sonuçta önemli isimler sinema tarihimizde, benim için o miras da önemliydi özellikle kadın oyuncular açısından.
“Kutsal annelik kadınları zorlayan bir mevhum”
Deniz Türkali orada bir de anneye çok fazla anlam yükleniyor. "Gereksiz, bu kadar omuzlarımıza yük binmemesi gerekiyor" dedi. Siz de katılıyor musunuz buna?
Evet, katılıyorum. Yoksa yazmazdım. Sonuçta bu kutsal annelik çok zor ve aslında sadece kadınları zorlayan bir mevhum. Kendi anneme bakıyorum, hep düşünüyorum annemin başka bir hayatı olsaydı ne olurdu acaba? Eskiden sonuçta çocukları bir köy büyütüyordu, şimdi böyle her şey anneliğe, kutsal anneliğe bırakıldı. Ve bence bu özellikle kapitalizmle gelen, iyice daha da coşturulan bir mevzu. Dolayısıyla ben ona inanmıyorum. Yani kadınları rahat bırakalım lütfen. Yani anne olmak isteyen var, olmak istemeyen var, her türlü annelik hali var. Bu kutsal bir şey değil. Bu bir kişinin kendi seçimi ve kendi yolu.
Ödüller de almaya başladınız filmle ilgili. Güzel sonuçlar alıyorsunuz ama siz kendi adınıza memnun musunuz çıkan sonuçtan? Hala dönüp yine de filmde şunu da şöyle yapsaydım dediğiniz yerler var mı?
Her zaman var, yani zaten her zaman oluyor inanın. "Ay, ben burayı bu açıdan çekmeseydim, keşke böyle yapsaydım, birazcık daha vakit harcasaydım" gibi düşünceler oluyor. Yani bu hep var. Bence bu sağlıklı bir şey. Bir taraftan da kendime diyorum, "İlk yönetmenliğim, sen de bir sakin ol diyorum kendime." Ama hani genel olarak filmin ruhunu, yani o şeyde kendime ihanet etmedim. Yani gerçekten bu filmin ruhuna dair bir şey yapmak istiyordum ve oraya en yakın bir film çıktı. O açıdan çok tatminim, yani mutluyum.
Çok teşekkürler Emine hanım. Elinize yüreğinize sağlık.
Ben teşekkür ederim röportaj için, çok güzel sorulardı.
Vizyonda ve festivallerde bol seyirci diliyorum. İnşallah filminizin yolculuğu çok güzel olur.
Umarım. Bakalım.
Kadın yönetmenler çoğalsın diyoruz.
Evet, lütfen. Lütfen gerçekten.
Müziklerinizi yapan Barış Bey de, “kadın yönetmenlerle çalışmak çok daha keyifli bence” dedi.
Sağ olsun. Ama kendisi de çok tatlı bir insan, çok çok yetenekli ve çok profesyonel ve çok iyi bir dosttur Barış Diri.