7. Kıta’yı gezin ve keşfedin
14 Eylül’de açılan 16. İstanbul Bienali, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Pera Müzesi ve Büyükada’da 10 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek
Seçim karmaşasından yorgun ayrılan İstanbul, araya giren yaz tatili ile bir nebze nefes alırken, şehrin bir başka köşesinde hummalı çalışmalar hız kesmeden devam ediyordu.
Ağustos ayında 16. İstanbul Bienali yeni mekanının Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi olacağı açıklandığında başlayan bu yoğunluğun sebebi, bienal temasını daha anlamlı kıldı. Çünkü “Yedinci Kıta” insan faaliyetlerinin dünya üzerinde yarattığı olumsuz etkiler üzerinden sanatçılar, çevreciler ve antropologlarla sanatı irdelemek amacını taşırken eski mekân Haliç Tersaneleri’nin yapımında çevre ve insan sağlığı açısından zararlı asbestli malzemelerin kullanılmış olması ilginç bir tesadüfe yol açtı.
10 Eylül’de gerçekleştirilen basın toplantısında Bienal Küratörü Nicolas Bourriaud “Popüler bilimde ‘Yedinci Kıta’ olarak anılan bu kütle, 3,4 milyon kilometrekare genişliğinde, 7 milyon ton ağırlığındaki bir plastik yığınından meydana geliyor” sözleriyle anlattığı “Yedinci Kıta”, içinde bulunduğumuz, jeolojik evre olarak dünyanın insanoğlu tarafından şekillendirildiği çağı ifade eden Antroposen çağının imgesi. Ayrıca uzun bir süredir çevrecilerin dünyanın dikkatini çekmeye çalıştığı artan plastik kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan plastik atıklar, buzulların erimesi, nükleer atık, ormanların azalması, iklim değişikliği gibi ekolojik problemlerin de karşılığıdır.
16. İstanbul Bienali, 14 Eylül’de ziyaretçilere kapılarını ücretsiz açarken 56 sanatçının 220’den fazla eserini İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Pera Müzesi ve Büyükada’da gerçekleşecek sergilerle 10 Kasım’a dek ziyaret imkânı sağlıyor.
16. İstanbul Bienali
Farklı büyüklükte ve sayıda işin sergilendiği onlarca odanın yer aldığı müzede en dikkati çekenler arasında Feral Atlas Collective, Simon Fujiwara - Dünya Çok Küçük, En Man Chang - Temelsiz Toprak / Ljavek Üçlemesi, Radcliffe Bailey – Nommo sayılabilir.
Feral Atlas Collective (Yabanıl Atlas Kolektifi) ise insanların kurduğu altyapıların hesaplanmamış etkilerini incelerken antropesen’in süreçlerine tanıklık ediyorsunuz. Henüz tamamlanmamış çalışmanın görsellik içeren bu küçük parçasında, plantasyonlar, fabrikalar gibi yapıların bir süre sonra atıl duruma düşerek etrafa tehlike saçmasını izliyorsunuz.
Bienal’in belki de en ilginç çalışmasına Simon Fujiwara imza atıyor. İstanbul yakınında lunapark ekipmanı imalatçısının çöp tenekesinde bulduğu yıpranmış pop figürlerinden yola çıkarak hazırladığı minyatür şehir, ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor. Yarattığı figürler ile lunapark eğlencesi sunar gibi gözükse de kapitalizmin nasıl fayda sağladığını anlatıyor.
En Man Chang’in Temelsiz toprak çalışması ise önceki bienallere konu edilen Sulukule’nin kentsel dönüşüme uğraması ile paralellik taşıyor. 1950’lerde Tayvan’ın işçi açığı nedeniyle bulundukları bölgeden kent merkezine taşınan ve orada inşaatlarda çalışırken kendine has eğreti evlerden oluşan bir banliyö yaratan Balasasau ailesi’nin daha sonra yerel yönetim tarafından bulundukları bölgeden çıkarılmasını işleyen video ve enstalasyondan oluşmaktadır.
Bienalin belki de en hüzünlü çalışmasına Radcliffe Bailey imza atıyor. Avrupalıların köleleştirdikleri Afrikalıları Batı’ya götürmek için bindirdikleri ahşap gemilere gönderme yapan Bailey, gemiyi andıran alçak kaideler üzerine Afrikalıları temsilen çeşitli şekilde yerleştirdiği yedi figüre, çalışan işçilerin konuşmaları ve okyanus dalgalarının sesleri eşlik ediyor. Bienal, 10 Kasım’a kadar gezip görecek, keşfedecek çok fazla sanat eserini bize vaat ediyor.