EREN İNÖNÜ'DEN ŞEHRİN SESSİZ TANIKLARI:

EREN İNÖNÜ'DEN ŞEHRİN SESSİZ TANIKLARI: "GÖRÜNMEYEN ANITLAR"

"Kentlerin siluetinde hep oradaydılar, ama biz bakmayı unuttuk." Eren İnönü, ‘Görünmeyen Anıtlar’ sergisinde, şehirlerin görünmez hafızasını siyah beyaz fotoğraflarla yeniden görünür kıldı. Sergi, 20 Ekim – 1 Kasım tarihleri arasında Galeri Işık Teşvikiye’de izleyicilerle buluştu. Söyleşi; Serpil Boydak

Fotoğraf sanatçısı Eren İnönü, yeni sergisi *“Görünmeyen Anıtlar”*da şehirlerin çoğu zaman fark edilmeyen unsurlarından biri olan bacaları merkeze alıyor. ‘Her şey yıkılırken neden bacalar ayakta kalıyor?’ sorusundan yola çıkarak hazırlanan sergi, 20 Ekim – 1 Kasım tarihleri arasında Galeri Işık Teşvikiye’de izleyicilerle buluştu.

Yıkılmış binaların arasında hâlâ dimdik duran bacaları ‘kentin görünmeyen anıtları’ olarak tanımlayan İnönü, endüstri çağının bu sessiz tanıklarını siyah beyaz fotoğraflarla yeniden görünür kıldı. Sergi, mimar ve sanatçı Buşra Tunç’un mekânsal yerleştirmesiyle yalnızca görsel değil, bedensel bir deneyime dönüşerek izleyiciyi bacanın içine giriyormuş hissiyle karşıladı. Eren İnönü ile sergisinin çıkış noktasını, bacaların temsil ettiği anlamı ve kent hafızasındaki yerini konuştuk.

Eren bey, serginizin çıkış noktası “Her şey yıkılırken, neden bacalar ayakta kalıyor?” sorusu olmuş. Bunu ne zaman hissedip bu fotoğrafları çekmeye başladınız? İlk hangi fabrikanın bacası sizi etkiledi?
Sergimin çıkış noktası bu oldu ama bundan 15-16 sene önce baca fotoğrafları çekmeye başladığımda daha çok mimari açıdan ilgimi çektikleri için diğer fotoğraflarımın yanında bacalara da ağırlık verdim. Aslında bu yolculuğun başlangıcı ve beni ilk etkileyen bacalar fabrika bacaları değil, Gaudi’nin Barcelona’daki Casa Mila ve Casa Batllo binalarının mimarisi ve bu yapılardaki bacaların estetik yapısıydı. Sergimde de Casa Mila’daki iki bacaya yer verdim.

Başından beri böyle bir sergi planınız var mıydı? Fotoğraflar çoğalınca mı buna karar verdiniz?
Ben çektiğim baca fotoğraflarının çoğunu 2013 yılına kadar çekmiştim. O zamanlar daha bir sergi planım yoktu. Bu kadar soyut bir konunun izleyici için çok enteresan olduğunu düşünmüyordum. 2020 yılında Avrupa şehirlerinde ve özellikle ABD’de “siyah hayatlar önemlidir” hareketi ile anıtların sorgulanması ve yıkılması başladı. Ben de baca ve anıt arasındaki kavramsal bağlantıyı fark ettim ve sergi üzerine düşünmeye başladım. O tarihten sonra daha bilinçli olarak Afşin Elbistan, Yatağan ve Soma’ya gidip enerji santrallerinin fotoğraflarını çektim. Özellikle Diyarbakır Ergani’ye gidip şehrin her yerinden görülen bakır madeninin kalan iki bacasını çektim.

Endüstri mühendisliği geçmişinizin bu çalışmaya katkısı oldu mu ve nasıl bir katkı bu?
Mühendis olmam ve asıl önemlisi brülör sanayinde yönetici olmam sebebiyle Türkiye’deki önemli sanayi tesislerini iş icabı ziyaret etmemin büyük katkısı oldu. Sergimde bu iş seyahatlerimde çektiğim İzmir Tüpraş, Malatya Şeker, Dilovası’ndaki tesislerin bacaları da var.

Fotoğraflarınız neden siyah beyaz? Renkli çekseydiniz etkisi daha mı az olurdu sizce?
Bacaların görüntülerini analitik, nesnel bir bakış açısıyla aynı ışıkta, beyaz veya karanlık bir gökyüzünü fon alarak izleyiciye iletmeye çalıştım. Sadece bacanın formunu öne çıkarmayı hedefledim. Bunu yaparak da izleyiciyi baca, anıt ve görünmezlik kavramları üzerine düşünmeye sevk etmek istedim. Aslında bütün çektiğim fotoğraflar renkli olmalarına rağmen bu etkiyi elde etmek için onları siyah beyaz olarak bastım. Sergi mekanının ortasındaki baca formundaki yapının içinde videolardaki görüntülerde bacalar renkli olarak seyirciye aktarıldı.

“Anıtlar aslında göze çarpmak için yapılır ama zamanla görünmez olurlar”

Bacaları “görünmeyen anıtlar” olarak tanımlamanızın sebebi nedir?
Yıkılmayan bacalar aynı anıtlar gibi kimsenin dikkatini çekmiyor. Bacalar da anıtlar gibi bazılarımız için pozitif bir olayı hatırlatırken, başka bir kesim için de unutmak istedikleri negatif bir olayı mı çağrıştırıyordur diye kendi kendime düşündüm. Bu düşünce beni uzun süre meşgul etti. Bacalar bir yandan sıcaklığı, emeği, üretimi temsil ediyorlar; öte yandan endüstri çağının geride bıraktığı yorgunluğu ve tükenmişliği.. Benim için bu bacalar, görünmezlikleriyle zaten “anıt” olmayı çoktan hak etmiş yapılar. Anıtlar da aslında göze çarpmak, dikkati çekmek için yapılır ama zamanla görünmez olurlar, bir kahramanlık öyküsünü anlatmak yerine unutulmasına hizmet ederler.

Bacalar bir dönem kalkınmanın sembolüydü, bugünse sessiz tanıklar. Siz bu geçişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhuriyet dönemindeki ilk sanayi hamlelerinden özel sektöre kadar, bacalar hep ilerlemenin dikey sembolüydü. Bugün aynı bacalar, artık üretimden çok terk edilmişliği temsil ediyor. O yüzden onların sessizliği bana hem gurur hem de hüzün hissettiriyor. Bir dönemin umutlarının tuğla, taş yapılar içinde donup kaldığı bir sessizlik bu.

"Bacalar kentin bilinçaltını temsil eder"

Fotoğraflarınızda yer alan bacalar dünyanın farklı yerlerinden. Bu seçkiyi oluştururken neye göre seçim yaptınız? Hangi şehirlerde, hangi bacaları seçtiniz?
Seyahat ettiğim ve daha uzun süre vakit geçirdiğim ülkelerde çektiğim fotoğraflar arasından, kavramsal olarak daha güçlü, minimalist etki taşıyan ve kompozisyon açısından “anıt” fikrine en yakın olanları seçtim. Yurt dışında özellikle Barcelona, New York, Chicago ve Kopenhag’da çektiğim bina, elektrik ve ısı santrali bacalarını ise siyah beyaz olarak bastım.

Kent hafızasıyla ilgili olarak bacalar bize ne anlatıyor? Bu bacalar aynı zamanda çevresel dönüşümlerin, yıkım ve yeniden doğuşun simgesi olabilir mi?
Kentler, göz hizasındaki yapıları hatırlar. Oysa bacalar hep yukarıda görünür ama fark edilmeyen bir yerdedirler. Bu yüzden onlar atasözümüzde söylendiği gibi gözden uzak olup gönülden de ırak yaşarlar. Benim için bu görünmezlik, tam da sanatın alanıdır: gündelik hayatın dışında kalan ama sessizce var olan formlar. Belki de bu yüzden, bacalar kentin bilinçaltını temsil ediyorlar.

Mimar ve sanatçı Buşra Tunç’un sergiye özel kurgusundan da bahsedebilir misiniz?
Buşra Tunç, benim düşüncelerimi mekâna çok başarılı bir şekilde uyarladı. Salonun ortasında yer alan, siyah bir kabuğu andıran yapı, izleyiciye adeta bir bacanın içindeymiş gibi hissettiriyor. Sergi alanına girer girmez, üst üste yerleştirilmiş üç ekran tavana doğru uzanan değişken baca görüntüleriyle izleyiciyi karşılıyor. Caddeye bakan kısımda yer alan yedi ekran ise dışarıdan bakanları içeriye davet eden bir etki yaratıyor.

İzleyicinin sergiyle kurmasını istediğiniz ilişki nedir? Nasıl bir deneyim yaşasın istiyorsunuz?
Kabuğun içinde gösterilen fotoğraflar, basılan siyah beyaz fotoğrafların aksine orijinal renkli halleri ile seyirciye aktarıldı ve özellikle videolardaki mekanik sesler ile teşhir edilen siyah beyaz fotoğraflar arasında bağlantı kuruldu. Ben fotoğraflarla dışarıdan bakarken, Buşra içeriye davet eden bir form yarattı. Bu sayede sergi, yalnızca bir görsel deneyim değil, mekansal bir farkındalık yolculuğu haline geldi.

Görünmeyen Anıtlar’dan sonra sizi heyecanlandıran yeni bir konu ya da proje var mı?
İstanbul’da özellikle boğazda çok vakit geçirdiğim için İstanbul boğazındaki gündelik hayat ile ilgili bazı fotoğraf çalışmalarım oldu. İnşallah önümüzdeki senelerde sizlerle paylaşacağım. Yeni sergimde insan ağırlıklı, renk tonları bakımından daha sıcak, hayatımızdan kareleri sizlerle paylaşacağım.

Bu güzel sohbet için çok teşekkürler Eren bey, yeni projelerinizi merakla bekliyoruz
Ben teşekkür ederim, sergim üzerine düşüncelerimi anlatmak benim için de çok kıymetliydi.

Google+ WhatsApp